Prof.Dr. Gülşah Çeçener
Lisansüstü
eğitimimin başlangıcında kansere genetik yatkınlık konusunda araştırmalar yaptı.
Akabinde, Doktora sonrası çalışmalarımı kanserde tanı, tedavi ve kötü prognozu
öngörmeye yönelik RNA temelli biyobelirteçlerin belirlenmesi kapsamında
gerçekleştirerek uluslararası literatüre toplam 69 makale sundu. Bu kapsamda
meme kanserinde kişiye özgü etkin tedavi yaklaşımlarının geliştirilmesine
yönelik hücresel tedavi modelleri konusunda çalışmalarını sürdürmektedir İlaveten,
son yıllarda ilaç direnç mekanizmalarının anlaşılmasına yönelik araştırmaları
mevcuttur. Doktora Öğrencisinin “Triple Negatif Meme Kanseri Tedavisinde PARP
İnhibitörü Yüklü Katı Lipid Nanopartiküllerin İlaç Direnç Mekanizmalarının
Aşılmasındaki Rollerinin Araştırılması” başlıklı Doktora tezi YÖK’ün en iyi tez
ödülüne layık görüldü. Bu bağlamda, Doktora tez danışmanı olarak kendisine Sağlık
alanındaki 2018 Üstün Başarı ödülü verildi.
Her sekiz kadından birini etkileyen çok yaygın bir
kanser türü olan meme kanseri ile ilgili tüm akademik yaşamı boyunca hem
bilimsel hem de toplumsal anlamda emek verdi. Sağlıklı risk altındaki
bireylerin belirlenmesi ve bilinçlendirilmesi, hastaların tedaviden en etkin
şekilde fayda sağlayabilmesi için moleküler alt tiplendirmeye ve ilaç direncini
öngörmeye yönelik farklı özellikteki testlerin Ülkemizde yapılandırılarak
hastalara rutin olarak sunulmasına katkılar sağladı.
Proje
Önerisi:
İleri
Evre
Meme Kanseri Kök Hücre Tedavisinde
Let-7a ve miR-335 Temelli Yenilikçi Yaklaşımlar
Bu proje kapsamında; meme kanseri kök hücrelerine let-7a ve
miR-335’in transfeksiyonu ile hedef aldığı genler ile etkileşimlerinin ve
ilgili genlerin görev aldıkları PIK3CA/mTOR yolağındaki mekanizmanın
aydınlatılabilmesi amacıyla, ileri evre meme kanserinin tedavisinde let-7a ve
miR-335’in in vitro olarak potansiyel terapötik hedef olarak
kullanılabilirlikleri araştırılmıştır.
Meme kanseri, farklı biyolojik davranış gösteren, farklı
klinik-patolojik ve moleküler karakteristik özelliklere sahip çok sayıda alt
tipi bulunan heterojen bir hastalıktır. Dünyada kadınlar arasında en sık
görülen kanser tipidir. Ülkemizde de kadınlarda görülen tüm kanser vakalarının
yaklaşık dörtte birini oluşturmaktadır. İnsidansı
ülkeden ülkeye farklılık göstermekle birlikte, her yıl yaklaşık 1.000.000
kadına meme kanseri teşhisi konulmakta, yine her yıl 370.000 kadın bu hastalık
nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Bu nedenle tümör hücrelerini hedef alan modern ve kişiye özel
tedavilerin geliştirilmesine ihtiyaç duyulmaktadır.
İleri evre meme
kanserleri arasında yer alan, triple negatif tümörler; kötü prognoz gösteren,
yüksek histolojik grade’e sahip, invazyon riski yüksek, sağkalım oranı düşük ve
genellikle BRCA mutasyonu taşıyan tümörlerdir. ER, PR, HER2’yi hedefleyen
günümüz tedavilerinden yararlanamayan bu grup hastaların yeni tedavi
yaklaşımlarına ihtiyaçları mevcuttur. Bu bağlamda, yapılan araştırmalar, güncel tedavilere yanıt
vermeyen meme kanserlerinin kök hücre özelliği gösteren hücreler tarafından
geliştiğini savunmaktadır. Bu hücreler kendini yenileyebilme özelliğine sahip,
kemoterapi ve radyoterapiye direnç gösteren, dolayısıyla metastatik potansiyeli
kanıtlanmış hücrelerdir. Son yıllarda yapılan kanser
araştırmalarında mikroRNA (miRNA) molekülleri önemli bir yere sahiptir. miRNA’lar;
17-25 nükleotit büyüklüğünde, RNA kodlamayan, tüm ökaryotik hücrelerde bulunan
ve hedef genlerin 3´ untranslated region (UTR) bölgesine bağlanarak, mRNA
degredasyonu ya da translasyonel inhibisyon yoluyla gen ekspresyonun
düzenlenmesini sağlayan moleküllerdir. miRNAların genlerin regülasyonunda görev
yaptıklarının belirlenmesini takiben hem potansiyel terapötik hedef olarak hem
de aday diagnostik ve prognostik indikatör olarak kullanılabilirlikleri
gündemdedir. Sonuçta meme kanseri gen ekspresyon profillerine dayanan alt
tiplendirmeye benzer olarak miRNA ekspresyonlarının da tümörlerin
sınıflandırılmasında biyobelirteç ve prognostik indikatör olarak kullanılmasının
yakın gelecekte mümkün olabileceği ve bireysel tedavilerin sağlanabileceği
tartışılmaktadır.
Mevcut çalışmada, literatürde ilk kez PIK3CA ve MAP2K1
genlerini hedeflediğini belirlediğimiz let-7a ve miR-335’in ileri evre meme
kanserleri kök hücre tedavisinde potansiyel terapötik hedef olarak
kullanılabileceği ve ileri evre meme kanserlerinde miRNA temelli gen tedavi
yaklaşımlarının geliştirilmesine katkı sağlayabileceği gösterilmiştir. Elde
edilen bulgular; ilaç direnci gösteren ileri evre
meme kanseri hastalarının tedavisinde miRNA temelli alternatif tedavi
protokollerinin oluşturulması için ümit vadedici niteliktedir.